Yılın sonlarına doğru hep bir ürküntü yerleşir yüreğime. "Şu bir bitse de, kurtulsak" demişimdir hep. Yılbaşı hazırlıkları, aşırı bir gayretkeşlik, telaş, âdetâ hipnotize olmuş insanların hali son derece ibret vericidir diye düşünmüşümdür. Unutmayalım ki: Taklit eden edilenden daima daha beter durumdadır. Batı'yı biz biliriz. Dünya'ya hâkim olan Batı medeniyetinin hastalıklarını da, müspet vasıtalarını da biz biliriz. Ortadoğu'da, Batı'da bize muhtaçtır; bizim kendimize gelmemize muhtaçtır. Yapılması gereken şeyler o kadar kolay ki. Dünyadaki değişim o kadar müsait şartlar hazırlıyor ki… Yeter ki biz taklitçilik çengeline asılmayalım. Özümüze, kendimize dönelim. Sosyal hayatta da mâna kayba uğrayınca, madde çürümeye başlar. Bu tedrici ölümdür. Mânâ'dan taviz verdikçe, maddi durumun parlaklaştığı zannedilir. Düşünülmez ki, o dıştaki parlaklık içteki çürümene mani değildir. Hastadır bu medeniyet. Bu medeniyetin kökleri çürümüştür. Yılbaşı alışverişleri, medya pompaları, hazırlıklar; ne oluyor, ne olacak?. Bütün bunlar; kökleri çürümüş bu medeniyeti mi diriltecek?. Batı'da bile bu çeşit bir ilginin bu derece yaygın biçimde var olduğunu sanmıyorum. Bu iş iyice çığırından çıktı. Yılbaşına doğru çarşı–pazar dalgalanır mıydı eskiden?. Mahallelerde sokağa taşan bir şey görülür müydü?. Hele o gece, patlamaların, gösterilerin yeri göğü istilâ etmesi şeklinde bir hal yaşanır mıydı?. "Aman bir atlatsak!" ürküntüsü duyulur muydu?. Çocukluğumda, mahalleden, okuldan, hiçbir arkadaşımın evinde yılbaşı hazırlığı yapıldığını duymadım. Yapılsaydı duyardık. Yapılanlar kaçamak şeylerden ibâretti ve çok sınırlıydı. Şartlar çok ağır, ciddi bir geçim sıkıntısı yaşanıyor. Dekor değişti ve parlaklaştı. Ama o değişen dekor içindeki sıkıntılar daha da arttı. Mukayeseyi bu esasa göre yapmak lâzım.      Irak'ta, Filistin'de, Afganistan'da, Çeçenistan'da yaşananlar. Oluk oluk akan müslüman kanı. Mazlum, mağdur, mahzun Müslümanlar… Yetim, kayıp çocuklarımız… Ama "YILBAŞI" bazılarına bunların hepsini unutturuyor! Bir rüya mı görülmek isteniyor, bir kaçış yolu mu aranıyor, uyuşmaktan mı medet umuluyor, kendi kendini aldatmak mı haz veriyor, nedir?. Bir yılın tamamlanması, insanı düşünceye sevketmelidir. Nasıl geçti bu bir yıl? Gelecek yıla nasıl başlıyoruz? İnsan fıtratı, zamanın akışına böyle bakacak bir yapıdadır. Normali budur. Güneş batarken birinin "yaşasın, güneş battı" diyerek, oynamaya, hoplamaya-zıplamaya, kahkaha atmaya başladığını görseniz nasıl karşılarsınız?! Yıl biterken aynı şeyleri yapanların hali bundan farklı mıdır?. Düşünmek gerek! Ömrümüzden bir yıl daha gitti. Ne yaptık bu yılda, neler başımıza geldi, nereye gidiyoruz? Kimler kaldı geride?. Bundan sonra ne yapacağız? Bu hayatın mânâsı ne? O  mânâya uygun mu yaşıyoruz?. Yanımızdakiler, etrafımızdakiler, nasıl yaşıyor?. Sorumluluğun, mutluluğun icapları nedir? Yılbaşı geliyor; vur patlasın, çal oynasın! Sonra? Sonra yılbaşı! Çok dramatik bir hal içindeyiz. Ve   bu hal, bu tavır; meselelerin en önemlisi. Çünkü hassasiyet varsa; umut her durumda vardır, her mesele bir gün çözülebilir. Ama hassasiyet kaybolmuşsa, hangi meseleyi kim çözecek? Ne yaptı bu insanlar 3-4 saat önce?., Şimdi çekildiler, "yarı ölüm"e benzeyen bir teslimiyet içinde uyuyorlar. Ne kadar geniş bir zaman varmış gibi görünüyor. Saatlerce uyu. Sonra saatlerce hopla, zıpla, tepiş. Aylar, yıllar böyle geçebilir. Bir de şöyle düşünsek: Şu dakikada binlerce insan ölüyor, binlerce insan doğuyor. Nice hastalar var, her soluk alıp verişte acısını çaresizliğini hisseden. Nice yoksullar, kimsesizler, yalnızlar var… Her dakika, her saniye, kayıp giden bir fırsatı temsil ediyor aslında. Bir manayı hatırlamanın, bir şey düşünmenin, bir noktaya geçmenin fırsatı. Üç dört saat sonra herkes uyanacak ve bıraktığı yerden başlayacak… MUTLU YILLAR.,
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol